2 Kasım 2010 Salı

SOYU AZALMAKTA OLAN BAZI CANLILAR AYDINCIK’TA HÂLÂ VAR


Aydıncık’ın güneydoğusunda bir timsah başı gibi, masmavi Akdeniz’e uzanan bir burun var, adı Sancak burnu. Üzerinde kışınYörük kızları hayvan otlatır; keçiler yayılır, oğlaklar meleşir. Endemik bitkiler barındırır bağrında.


Bu güzellikler yetmez Sancak burnuna. Doğudaki komşusu, Gilindire mağarası, batısındaki komşularıysa fok üreme mağaraları ve Akdeniz’in gerdanlığı adalar. Sancak burnu ile bu bölgenin batısında ve doğusunda kalan bölgeler 1. derece sit alanı durumundadır.

AKDENİZ FOKUNU KORUMAK, AKDENİZ’İ KORUMAKTIR.
Akdeniz foku monachus monachus, ekosistemi bozulmamış, kıyıları bakir denizde yaşar.  Mersin/ Aydıncık da nesli dünya çapında tehlike altında olan bu canlılara ev sahipliği yapmaktadır.
İşte 05.10.2010 tarihinde, bir fok yavrusu, Aydıncık Cumhuriyet Mahallesi Küçükalan mevkiinde kumsala çıktı. 
06.10.2010 Cumartesi, Sualtı Araştırmaları Derneği-Akdeniz Foku Araştırma Grubu’ndan (SAD-AFAG) gelen bir heyet, sabah erkenden aç olduğunu düşündükleri yavru fokun karnını doyurdu ve onu deniz kıyısında plastik bir sandığa koydu.
Daha sonra Mersin İl Çevre ve Orman Müdürlüğü ile Mersin Sahil Güvenlik Bölge Komutanlığı’ndan görevliler geldi.
Yaklaşık 1 m. boyundaki yavru fokun uzaktan gelemeyeceğini düşünen uzman dalgıçlar civarda bilinen fok üreme mağaralarında inceleme yaptılar.
Yavru foku kurtarma çalışmalarına katılan, Sualtı Araştırmaları Derneği Yönetim kurulu Başkanı Cem Orkun Kıraç, “Normal koşullarda ana fok, yavrusunun yaşadıkları mağaradan uzaklaşmasına izin vermez.  Mağaranın 30-40 metre çevresinde Birlikte dolaşırlar. Yavrunun, büyük bir olasılıkla annesini kaybettiği için karaya çıktığını sanıyorum, dedi ve şunları söyledi: “ Akdeniz foku, doğal yapısını koruyan sakin kıyılarda yaşar. Sayılarının azalmasının en önemli nedeni, doğal yaşam alanlarının bozulması veya yok olmasıdır. Diğer Akdeniz ülkelerinde kıyı alanlarının doğallığı ve sakinliği bozulduğu için bugün foklar sadece Türkiye ve Yunanistan’da görülmektedir. Ülkemizde de böyle alanlar ne yazık ki gitgide azalmaktadır.”
Öğleden sonra Yelkenli ada yakınlarındaki bir fok mağarasında yaşam belirtileri saptayan uzmanlar ile yetkililer, yaklaşık bir aylık foku Zodyak botla mağara yakınlarına götürdüler ve denize saldılar. Bir sağa bir sola yüzen yavru, bottakilere bir teşekkür bakışından sonra, mavi suların karanlıklarında kaybolup gitti.


Bu adaların ikisinde gümüşi martlar yaşar. Ama bu martılar, aynı soydan gelmelerine karşın, az sayıdaki akrabaları ile paylaşmak istemezler bu iki adayı ve kovarlar onları yanlarından.

Gümüşi martıların kovduğu kırmızı gagalı ada martıları az daha doğudaki Yelkenli adaya gidip yumurtlarlar. Mayıs 2005’te Aydıncık İlçe Tarım Müdürlüğü adadaki 90 yumurtayı korumak için adaya çıkışı kaymakamlık emriyle yasaklamıştı.

Soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan ve Akdeniz kıyılarında 60/70 çift olduğu tahmin edilen ada martılarının yaklaşık yarısı nisan sonlarında Aydıncık’a yumurtlamaya gelmektedir.


Caretta carettalar ise Büyükalan ve İncekum plajlarına yumurtalarını bırakır.

Limandaki çay bahçesinde, denize karşı oturun. Tavşankanı çayınızı yudumlarken, şansınız yaver giderse, sırtı mavi ve yeşil, karnı pas rengi bir kuşun birden denize dalacağını görürsünüz. Ortak merkezli dalgalar oluşacak, peş peşe. Çok geçmeden, belinden yakaladığı küçük bir balıkla çıkacak sudan. Anladınız değil mi yalıçapkını ya da iskelekuşudur, söz konusu olan.

Siz ördekleri seyrederken, bir de bakarsınız bir deniz kaplumbağası Caretta caretta başını çıkarıverir.

İyi seyirler…



1 Kasım 2010 Pazartesi

ESKİYÖRÜK KÖYÜ

Kekik kokulu Toroslar’da bir köy Eskiyörük, Aydıncık ilçesine bağlı. Arazisi, engebeli ve taşlık. Çevreye maki tipi bitki örtüsü hakim.


Mart başlarında, sümbül kokusu sarar köyü. Akdeniz ikliminin kurak koşullarına dayanabilen kermes meşesi (piynar) diplerinde dağ şakayıkları gülümser tanıyanlara. Nisandaysa yabanıl Osmanlı lalesi (tulipa) ile kızarır ortalık.


Bir zamanlar iki kuyusu varmış köyün. Bülke kapatılmış. Köyün orta yerindeki Eyfe kuyusunun etrafı biraz yükseltilmiş, ağzına da bir kapak yapılmış. “Cavırdan kalma” diyor kadınlar.


“200 haneli köyümüz, elde ettiğim bilgilere göre, 1772 yılında kurulmuş,” diyor 1928 doğumlu, köyde üç dönem muhtarlık yapmış Ali Ergüç. “Şu ileride bir kale var. Adına Üçbaş derler. Bu kalede Romalılar, Bizanslılar ve Rumlar oturmuş. Çakıroğlu, Tığıllar, Kara Cemil gibi üç aile gelip yurt tuttuktan sonra da Rumlar buradan gitmişler.”

Kara Cemil adı alıp götürür insanı tarihin derinliklerine. Bilinmez bu iki Kara Cemil arasındaki ilişki. Aynı kişi mi, akraba mı yoksa sadece bir isim benzerliği mi?

“1810’da ölen Purgulu Bey’i Kara Cemil Bey, Yukarı Öz Bey’i Memiş Bey, Büyükeceli Bey’i Gölgelioğlu beylikten vazgeçtiler. Gilindire’yi, Gülnar İlçesinin merkezi yaptılar. 1768-1774 Türk-Rus savaşlarına birlik olarak girildi,” diye yazmış Zeki Teoman.

 



İçerisinde 10-15 kadar kaya mezarının bulunduğunu duyduğum Üçbaş Kalesi’ne gitmek istedim. Oldukça dar ve taşlı yolda bir kilometre ancak ilerleyebildim. Dönecek genişçe bir yer ararken, yol bitti. Önümde bir çakıl yığını. Arabayı bırakıp düştüm yollara. Eski, taş duvarlı üstü topraklı evi geçip yüksekçe bir tepeye vardığım zaman, uzaktaki kalenin dış duvarları gözüküyordu. Aramızda ekilmiş bir tarla vardı, yürümeye cesaret edemedim ve geri döndüm.

Atışma ve şiirleriyle tanınan Ahmet Ali Babacan (1912- 1975)  bu köyden. Oğlu emekli öğretmen Mehmet Babacan  babasıyla ilgili olarak şunları anlatmıştır:


"ATIŞMA VE TANIŞMA

1950’li yıllarda, Gülnar’da PTT dağıtıcısı olarak çalışan Mehmet Doğan’la, Âşık Babacan arasında geçen ve onların tanışmalarına neden olan atışma, dillerde hâlâ dolaşır. Ancak özü kaybolmamakla birlikte bir hayli değişikliğe uğramıştır. Adı geçen kişilerden birçok kez dinlediğim o anı, ozanca söyleyişle hazırcevaplık becerisinin buluşturulmasından doğan mizahî hazzın tipik bir örneğiydi.

Mehmet Doğan, yakımcı bir kişiydi. Görevi gereği gezdiği köylere, ilginç bulduğu kişilere yazdığı taşlamalarla epeyce ünlenmişti. Hatta taşlamalarının bir hayli sert olduğu söylenirdi.
Cuma günleri, Gülnar’ın pazarıdır. Köyden, kasabadan yığınla katılım olur. Alışverişten tutun da dost ahbap görüşmelerine kadar tüm ilişkiler Cuma pazarının gündemindedir.

Öyle kalabalık bir günde, Eskiyörüklü Ahmet Ali Babacan, Postacı’ya uzaktan gösterilir ve bir de uyarı eklenir: “ Şu gördüğün köylü adam var ya, o şairdir. Sakın ona bulaşma, onun taşı ağırdır, altından kalkamazsın.”

O yüzden midir nedir, Postacı her köye bir şeyler söylediği halde, Eskiyörük’e hiç dokunmadı.

Ne var ki uzun bir süre geçtiği halde, bir türlü görüşmek de kısmet olmamış…

Olacak ya, bir kış günü Menekşe Deresi’nde karşılaşırlar. Menekşe Deresi’nde yol, yan yatırılmış U harfi gibidir. Tabanında Menekşe Köprüsü, yanında Kara İn, az ileride de Abdullah’ın değirmeni.

At üstünde ağır ağır ilerleyen Postacı’nın, karşı yolda köprüye doğru inmekte olan köylü adamı görür görmez “ Aa, ben bu adamı tanıyor muyum yoksa birine mi benzetiyorum,” soruları düşer aklına. Yaklaştıkça, kafa yorması daha da yoğunlaşır ve “O âşık köylü olmasın bu” demeye başlar. “Köprüye girmeden karşılayayım” diyerek atı hızlandırır da ne demeli? Kupkuru bir sözle “Hemşerim, sen kimsin” demek, bir şaire yakışır mı? Söyleyeceğini düşünürken bir yandan da “Eğer o adamsa, dünyadan habersiz, kendi halinde bir garibana benziyor, ateş olsa yerini yakamaz” diye geçirir içinden.

Hedeflediği yerde, Kara İn’in önünde karşılar ve atışını yapar Postacı:

“ Üşüdüm, buydum Menekşe’nin kışından,
Bir sigara ver de içeyim dışından.”

“Dışından” sözcüğü, yörede bedavadan, avantadan anlamına çok kullanılır.

“Âşık Babacan, Postacı’dan alışılmış köylü selamını bile beklemezken, duyduğu beyiti yanıtsız bırakacak değil ya! Hiç duraksamadan:

“Yağmurlar yağdı da dereler aktı,
Dışından sigara bizlerden kalktı” deyiverir.

Postacı, atından inerken, “ Tamam arkadaş, Sen osun. Şurada bir soluklanalım; sigaramızı hak ederek içelim de iyice bir tanışalım,” der ve hayvanları bağlayıp söyleşmeye başlarlar. Başlamasına başlarlar da akşamın olduğunu, atın kişnemesiyle, eşeğin de yükünü devirmesiyle fark ederler."

"Öksüz Ağaç"

Murt Çukuru Mahallesi'nin alt kısmında ‘Alanın Ayağı’ denilen mevkiide, küçük kozalaklı, üremeyen bir çam türü var. Türünün tek ağacı olan bu çama mahallede "Öksüz Ağaç" ya da "Topak Toru" denilmekte.  


FİDİK MAHALLESİ :


Fidik köyün terk edilen mahallelerinden biri . Küçücük yassı taşlardan yapılmış evler var orada.
Kim bilir kimler oturdu, ne hayaller kurdu buralarda!..